Çin ve ABD arasındaki rekabet, günümüz dünyasının en önemli dinamiklerinden biri. Bir yandan ekonomik bağlar sürerken, diğer yandan teknoloji ve siyasi alanda kıyasıya bir mücadele yaşanıyor. Peki, bu karmaşık ilişki nasıl şekillendi ve gelecekte bizi neler bekliyor? Bu yazıda, Çin'in yükselişini ve ABD'nin buna karşı stratejilerini derinlemesine inceleyeceğiz.
Çin'in 40 Yıllık Dönüşümü
Çin'in bugünkü konumu, sadece son 10-20 yılın değil, 40 yıllık bir sürecin ürünü. 1978'de Deng Xiaoping'in başlattığı "reform ve dışa açılma" politikaları, ülkeyi serbest piyasa ekonomisine taşıdı. 1980'lerde ABD ile yakınlaşma yaşandı ve Çin, ucuz üretim merkezi haline geldi. 2001'de Dünya Ticaret Örgütü'ne (DTÖ) katılım, Çin'in ihracatını patlattı ve sanayi üretimini inanılmaz boyutlara ulaştırdı. 2000'lerde ABD teknolojisi ve finansı, Çin'in büyümesine büyük katkı sağladı. 2008 Küresel Krizi'nde ise Çin, devasa altyapı yatırımlarıyla ekonomisini büyütmeye devam etti.
Deng Xiaoping'in "Zengin olmak ayıp değildir" sözü, bu dönüşümün sembolü oldu.
- 1978: Reform ve dışa açılma politikaları
- 1980'ler: ABD ile yakınlaşma
- 2001: DTÖ'ye katılım
- 2008: Küresel kriz ve altyapı yatırımları
ABD, Çin'i Ne Zaman Tehdit Olarak Görmeye Başladı?
2000'lerin sonuna kadar ABD, Çin'in büyümesini destekledi. Ancak 2010'lar başı (özellikle 2012-2015 arası) itibarıyla durum değişmeye başladı. Çünkü Çin, dünyanın en büyük ikinci ekonomisi oldu, yüksek teknolojiye dev yatırımlar yaptı, askeri gücünü güçlendirmeye başladı ve "Made in China 2025" stratejisiyle küresel liderlik hedefi koydu. ABD, Çin'in sadece bir üretim üssü olmadığını, kendi küresel liderliğine meydan okuduğunu fark etti.
2017'de Trump yönetimi, Çin'i açıkça "stratejik rakip" ilan etti.
ABD Neden Geç Kaldı?
ABD'nin Çin'in büyümesini zamanında kontrol edememesinin birkaç nedeni var. Öncelikle, Çin'in ekonomik olarak büyüyünce otomatikman demokrasiye yaklaşacağı yanılgısına düşüldü. İkincisi, Amerikan şirketleri Çin'den aşırı kâr etti ve siyasi hamleleri geciktirdi. Üçüncüsü, Soğuk Savaş sonrası rahatlığı nedeniyle Çin gibi yükselen ülkeler hafife alındı. Dördüncüsü, Çin'in "gücünüzü gizleyin, zamanınızı bekleyin" stratejisi sayesinde gerçek potansiyeli geç fark edildi. Beşincisi, ABD'nin iç krizleri ve dikkat dağınıklığı, Çin'in sessizce güçlenmesine olanak sağladı.
Deng Xiaoping’in "Gücünüzü gizleyin, zamanınızı bekleyin" sözü, Çin'in stratejisinin özetiydi.
Artık ne yapılırsa yapılsın, Çin'in dünya sahnesindeki varlığı geri döndürülemez bir gerçek. ABD bile bunu biliyor aslında — mesele artık "durdurmak" değil, yönetebilmek, dengeleyebilmek üzerine kurulu. Durdurabilmesinin kendisi için büyük bedeller doğuracağını bilen ABD, kontrol edebilir, dengeleyebilir ve yönetebilir miyim taktiğine dönerken kerhen ve zımnen Çin’in bir küresel aktör olduğunu kabul ve itiraf ettiğinin de farkında değildir!