Sokak röportajları, ilk başlarda halkın düşüncelerini özgürce ifade edebildiği bir platform olarak görülse de, zamanla kutuplaşmış toplumların yankı odalarına dönüştü. Kameraların özellikle tartışma yaratabilecek kişilere yönelmesi, temsilin yerini gösteriye, diyaloğun yerini performansa bırakmasına neden oldu. Bu durum, medyanın etik sınırlarını zorlayan ve manipülasyona açık bir zemin hazırlayan bir süreci tetikledi.
Medya Etiği ve Algı Yönetimi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da vurguladığı gibi, medya etiği günümüzde büyük ölçüde ihlal ediliyor. Özellikle YouTube ve TikTok gibi platformlarda, "sorumlu yayıncılık" ilkesi göz ardı edilerek, içerik üreticilerinin kimliği ve eğitimi sorgulanmadan yayın yapılıyor. Bu durum, "clickbait" gazeteciliğinin yaygınlaşmasına ve izleyicinin ilgisini çekmek için sansasyonel başlıkların kullanılmasına yol açıyor. Duygu ekonomisi üzerine kurulu bu içerikler, halkın öfke, korku, hayranlık gibi duygularını tetikleyerek izlenme sayısını artırmayı hedefliyor.
Sokak Röportajlarında Travmalar ve Yetersizlikler
Sokak röportajlarına katılan bazı kişilerin agresif tepkiler göstermesi, aslında daha derin psikolojik sorunların bir yansıması olabilir. Toplumsal baskı, ekonomik yetersizlik, eğitimsizlik ve dijital görünürlük arzusu, bu kişilerin kamera karşısında kontrolsüz davranışlar sergilemesine neden olabiliyor. Bu durum, röportaj yapılan kişiyi bir "gösteri nesnesi"ne dönüştürürken, izleyici için de bir "dijital teşhircilik" ve "dijital voyerizm" alanı yaratıyor.
Gazeteci Kimdir, Kim Değildir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Eline mikrofon ve kamera alıp sokağa çıkan herkes gazeteci değildir" sözü, bu konudaki önemli bir ayrımı vurguluyor. Meslek etiği eğitimi almamış ve denetimsiz içerik üreten bu "yeni nesil içerik üreticileri", modern çağın medya anomisini temsil ediyor. Bu durum, hem habercilik mesleğini itibarsızlaştırıyor hem de toplumsal bilinç üretimini çarpıtıyor. Bu nedenle, RTÜK, Basın Konseyi ve Basın Meslek İlkeleri gibi yapıların, sokak röportajı yapan dijital yayıncıları da kapsayacak şekilde düzenlemeler yapması gerekiyor.
Sonuç olarak, sokak röportajları günümüzün dijital çağında sadece bir medya içeriği değil, aynı zamanda toplumsal ruh halimizin, iletişim kültürümüzün ve demokrasiyle kurduğumuz ilişkinin bir aynasıdır. Bu içerikler, bir yandan gündelik hayata dair seslerin duyulmasına olanak tanırken, öte yandan bu sesleri çarpıtan, kutuplaştıran ve piyasa odaklı algoritmalara teslim eden bir mecra haline gelmiştir. Bu nedenle, yeni bir medya ahlakı inşa etmek ve hakikati korumak, sadece doğru bilgi üretmekle değil, aynı zamanda bu bilginin nasıl sunulduğunu, kim adına dolaşıma sokulduğunu ve kime ne biçimde yansıdığını sorgulamakla da mümkündür. Sokak röportajlarının toplumun sesini çoğaltan bir mecra mı, yoksa bireyin sesi üzerinden toplumun zihnini tahakküm altına alan bir manipülasyon aracı mı olacağı, hepimizin vereceği bir sınavdır.